Her tarafın yemyeşil olduğu, büyüklü küçüklü çam ağaçlarının sıcaktan değil de nemden terlemek istediği, denizin koyu mavi renginin küçük dalgalarla açıldığı, rüzgarın kuzeyden esip küçük bi' insan bedeni geçermiş hissi verdiği, rakımının pek yüksek olmayıp, hızlı hızlı solumaya sebebiyet vermediği, bi' oda bi' mutfak, lavabosu dışarıda olan, dışarısında küçük bi' çardağa sahip, çam kokan tahta yapılı tek katlı bi' küçük bi tepenin malikanesi burası...Çardağın altında yine çam kokan küçük üç kişiliik yuvarlak bi masa, açık mavi örtülü, örtünün üzerinde hüzünlü, gülen gençler...Yer fıstıkları iki elin arasına alınıp kırılıyor , kimisinin içinde bir, kimisinden de 2 tane nemli fıstık çıkıyor, soğuk gazozlar doldurulmuş...Fıstık seslerine, gazozlardan gelen sesler eşlik ediyor, martılar mı, onlar yukarı da bekliyorlar...
Güzel gülüşlü Küçük Adam başını masadan kaldırıp ilk sözü söylemenin ona düştüğünü, grubun en çok konuşanı olduğunu hatırladı...:Neden burda yaşamıyoruz ki?...dedi,
Kumral saçlı küçük adam ise, fıstığını yemeye devam ederek...Neden burda yaşayacakmışız peki? ...ve ardından ekledi, üçümüzünde bitirmesi gereken okullları var...Dedi ve fıstığını usulca ağzına attı ardından gazozundan bi' yudum içti...
İki küçük adam şimdi masada olan üçüncü kişiye bakıyordu...Bu kişi, uzun saçlı, ela gözlü, buğday tenli masum yüz çizgileri olan, geçen hafta itibariyle büyük bi' suskunluk içerisine giren kızdı...
Önce sigarısını aldı ağzına, denize bakmaya devam etti, masanın denize bakan tarafında oturuyordu, sanki o denizle konuşuyor, iki yanında duran küçük adamlar ise buğday tenli kızın konuşmayacanı düşünüp birbirlerine baktılar, kız cebinden kibriti çıkardı ve, suskunluğu kibritin alev alması bozdu, o tertemiz havada akciğerlerine kadar sigara dumanını çekip, dumanı dışarıya vermeden kafasını hafif kumral çocuğa çevirip ama denize bakmaya devam ederek, ekledi..."Fakülteyi bitirip ne yapacağım ben, söyler misin?"...Ve yavaş yavaş ağzındaki dumanı çevreye saçıp, tahta masanın bi' kenarına, düşmeyeck şekilde sigarasını bıraktı...
Kumral saçlı çocuk hiç cevap vermedi, her zamanki klasik şeyleri söylemek istemiyordu, içten içten kendisi de bunları klasik buluyor ama bundan iyi başka bi'şey olmayacağını düşünüyordu...Büyük şehirde insanların değişik bakışlarına maruz kalıp o bilindik hayatı yaşamak da istemiyordu...
Güzel gülüşlü çocuk gözlerini kıza doğru çevirip, onay verirmişcesine gülümsedi, neden gülümsediğini o da anlamadı, en güzel tepkisinin bu olduğunu bildiği içindi belki de...Kızın düşüncesine katılmak istiyordu, ama bu az konuşulan, çoğunlukla susulan masada, uzun cümleler kurup kızı desteklediğini söylemek de istemedi, kıza bakıp, güzel masum bakışlarıyla gülümsedi...Çok konuşkanlığın, çok gürültü yerlerde-şehirlerde kendisine kalan kötü bi' alışkanlık olduğunu düşündü...Kendi kendine "neden konuşuyorum ki?" diye sordu...Ve bu sefer farkettiği şey daha vahimdi, konuşmadığı zaman içten içe kendisiyle konuşacaktı, sadece somutluktan uzak kalacaktı, peki somut olmayan bi'şey kendisini rahatsız eder miydi, kendisinden başka kimse bilmiyorsa, duymuyorsa; sorun yoktu, ama kendisini kötü hissettiği halde neden böyle bi'şeye başvuruyordu ki, başkaları için mi yaşıyordu o!...Hayat başkası veya başkaları için yaşanır mıydı, yaşanırsa da başkaları için değil de, sadece başkası için belki yaşanılabilirdi, ama bi' kişi için, bi'kaç kişi-ler için olamazdı bu durum, peki bi' kişi için böyle yaşayıp diğerleri için farklı olacaksa kendisi olabilir miydi bu, sadace "o" kişiye sunulan kişi olmuyor muydu o?,Bu durumdan memnunsa peki, sadece "o"na kendisini varedip başkalarını düşünmemek ona yetiyorsa neden yapmıyordu bunu, evet evet o burda kalmalıydı !... Konuşmamayı öğrenmeliydi !
Güzel gülüşlü çocuk bunları düşünürken masadakiler fıstıkları yiyip, gazozlarını içmeye devam etmişlerdi, çam kokan tahta masanın kenarında duran sigara ise bi' daha içilmemiş, külü düşmeden öylece duruyordu......--->